Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınladığı “Aile” dergisinde, pazar alışverişi konusunda pratik
bilgilere yer verildi.
Pratik bilgilerin en çarpıcı olanı, “Akşama doğru ürünlerin fiyatı düşeceğinden akşam pazarı
değerlendirilebilir, daha az masrafla daha çok alışveriş yapabilirsiniz.” Şeklinde yapılan uyarıydı.
Öncelikle Diyanet İşleri Başkanlığı'nın nasıl bir kurum olduğuna bakmak lazım.
Diyanet İşleri Başkanlığı için yapılan bütçe teklifine göre, 2020 yılı için 11.5 milyar lira, 2021
yılı için 12.3 milyar lira ve 2022 yılı için 13.1 milyar lira ödenek ayrıldı.
Ayrılan bu bütçenin ne anlama geldiğini anlamak için yapılacak en güzel karşılaştırma şöyle
olacaktır.
Bahse konu bütçe, İçişleri Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı, Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, AB Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Kültür ve
Turizm Bakanlığı, bütçesinden daha fazladır.
Ayrıca, 2020-2022 yıllarını kapsayan Orta Vadeli Mali Plan'da 128 üniversite için ayrılan
ödenekler toplamı, 36 milyar 63 milyon 886 bin lirayken, Diyanet İşleri Başkanlığı için, 2020-2022
yıllarını kapsayan toplam bütçenin de 36 milyar 90 milyon ile, 128 üniversitenin bütçesinden 30
milyon lira fazla olduğu da ortadadır.
Türkiye’de 2020 yılı itibarı ile, 3 milyon 248 kişinin kredi kartı ya da bireysel kredi nedeniyle
yasal takip altında bulunduğu, her 3 kişiden birinin icralık olduğu, bireysel kredi ve kredi kartı
borçlarının 20 milyar lira olduğu bir durumda, toplam 107 bin 206 personel ile dev bir ordu halini alan
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın altı aylık maaş ödemelerinin toplamının 4,1 milyar TL olduğu da göz
önüne alındığında, Diyanetin yaptığı “Akşama doğru ürünlerin fiyatı düşeceğinden akşam pazarı
değerlendirilebilir, daha az masrafla daha çok alışveriş yapabilirsiniz.” Önerisi ne kadar ciddiye alınır
diye düşünmeden edemiyor insan.
Gelişmiş batı dünyasında dini kurumların devlet ile ekonomik ilişkisinin nasıl olduğuna
bakıldığında ise karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor.
Hıristiyan dünyasında, bir kişi kiliseye resmi olarak kayıtlıysa her ay maaşından belli bir miktar
kesinti yapılıyor. Kiliseler tamamen özerk olduğu için kiliselerin temel gelir kaynağı çalışanların
maaşlarından kesilen bu paralardır.
Bahse konu ülkelerin vatandaşları eğer kayıtlı olduğu kiliseden ayrılırsa bu para maaşından
kesilmiyor. Kişinin dini inancı yoksa ve kendisini ateist olarak ifade ediyorsa gene maaşından para
kesilmiyor. Kilise için maaşından para kesilmeyen kişilere olan yaptırım ise kilisede vaftiz ya da düğün
gibi haklarını kaybetmesi oluyor.
Kısaca, batı dünyasında Kiliseye para vermek istemezseniz vermezsiniz, devlet cebinizden
ödediğiniz milyarlarca lira vergiyi bir dini kuruma aktarmaz. Dini kurumlara aktarılacak paralar
tamamen gönüllülük esasına göredir.
Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye ekonomisine katkı sağlamak istiyorsa, vatandaşa, “Akşama
doğru ürünlerin fiyatı düşeceğinden akşam pazarı değerlendirilebilir, daha az masrafla daha çok
alışveriş yapabilirsiniz.” Diyeceğine, kendi yapısının tekrar gözden geçirilmesini önerse bence daha
faydalı iş yapmış olur diye düşünüyorum.